SÖZLER

1 Ekim 2012 Pazartesi

TIRI VIRI ŞEYLER 2...

* Mısır piramitleri bir zamanlar tamamen mermerle kaplıydı...

* 1610 yılında Peru nun Lima kentinde yapılan bir köprünün harcında su yerine 10.000 yumurtanın beyazı kullanılmıştı.Adı "Yumurta Köprüsü"olan bu yapı hala ayaktadır...

* El tırnakları,ayak tırnaklarından dört kez hızlı uzar...

*İnsan bedenindeki en büyük organ "ten"dir...

* Florida da bekar kadınların Pazar günleri paraşütle atlaması yasaktır...

*" Makas", Leonardo da Vinci nin onlarca buluşundan sadece biridir...

* Las Vegas kumarhanelerinin hiçbirinde,hiçbir yerde saat göremezsiniz...

*Solungaçları dışında akciğerleri deolan bir balık olarak bilinen akciğerbalığı (seratodiformes)suyun dışında bitkisel yaşamda da olsa üç yıl boyunca yaşayabilmektedir.Bu süre içinde yeniden suya atılan bir akciğerbalığı kısa sürede normale dönmektedir...

* Sıcak su,soğuk sudan daha ağırdır...

* Merkür gezegeninin bir günü,bir yılından,iki kat daha uzundur...

* Piyano,bir orkestradaki en tiz ses olan "piccolo"dan tutun da en pes ses olan "kontrfagot"a kadar tüm sesleri çıkarabilen tek çalgıdır...

* Türkçe'de de kullanılan "sabotaj" sözcüğü Fransızca'da bir tür terlik anlamına gelen "sabot"(sabo) sözcüğünden türemiştir.Sanayi devrimi sırasında,elektrikle çalışan değirmenler Fransa'ya ilk geldiği zaman işlerinden olan köylüler bu değirmenleri kırmak için ona tahta terliklerini fırlatmışlar ve yaptıklarına da "sabotaj "denmiş...

* Aşağıdaki buluşların tümü ünlü mucit Thomas Alva Edison tarafından yapılmıştır:
1.balmumu kağıdı
2.mimeograf aygıtı
3.karbon telefon transmitörü
4.fonograf
5.elektrik ampulü
6.manyetik maden cevheri ayırıcısı
7.radyo lambası
8.film kamerası
9.dikte makinesi
10.elektrikli oy atıcı
11.otomatik telgraf makinesi
12.maden cevheri ezme makinesi
13.fonograf plağı
14.kimyasal fenol
15.elektrikli kurşun kalem
16.elektrikli telgraf mesaj sistemi
17.elektrikli yeraltı boru hattı
18.elektrikli tramvay
19.demiryolu sinyal elektrikli aygıtı
20.elektrik prizi,elektrik düğmesi
....

1 Eylül 2012 Cumartesi

TIRI VIRI ŞEYLER



HAYVANLAR...






*Yeni doğmuş bir kanguru ancak bir hamamböceği büyüklüğündedir.









*Karıncalarda kölelik düzeni vardır.Özellikle "kana susamış karınca "denen bir karınca türü başka yuvaları basar,kraliçeyi öldürür ve kabilenin işçilerini esir alır.Yuvaya getirilen esir karıncalar ayak işlerinde köle gibi kullanılır.














*Örümcekler asla kestane ağacından yapılma mekanlarda ağ örmezler.Bu nedenle Avrupa'daki şatoların çoğunda yüksek kirişler kestane ağacından yapılırdı.














*Bedenine göre en büyük beyine sahip olan hayvan karıncadır.









*Mağara dışına uçan yarasalar her zaman sola doğru giderler.










*Zürafalar genelde günde 20 dakikadan fazla uyumazlar.








*Tüm karidesler erkek doğar,dişi olanları büyürken dişileşenlerdir.












*Yiyecek bulan bir karınca "feromon"adı verilen bir sıvı salgılar ve diğer karıncalar bu sıvının kokusuna gelerek yiyeceğe kolayca ulaşırlar.













*Mavi renk, sivrisinekleri diğer tüm renklerden çok daha fazla kendine çeker.Bunun nedeni bilinmemektedir.






*Sümüklüböcek yaşamı boyunca yalnızca bir tek kez çiftleşir ve o işi de yaklaşık on iki saatte bitirebilir.


26 Ağustos 2012 Pazar

ÇABA...

KELEBEĞİN UÇUŞU
Bir gün, kırlarda gezintiye çıkan bir adam, kenarına oturduğu
otlardan birinin dalında, küçük bir kozanın varlığını fark etti.
Koza ha açıldı ha açılacak gibiydi. Adam, bunun bir kelebek kozası
olduğunu tahmin ediyordu. Böyle bir fırsat kolay ele geçmez
diye düşündü; ve bir kelebeğin dünya yüzü gördüğü ilk dakikalara
şahit olmak istedi.
Dakikalar dakikaları kovaladı, saatler geçmeye başladı, ama
henüz kelebeğin küçük bedeni o delikten çıkmadı.
Sanki, kelebek dışarı çıkmak için çaba harcamaktan vazgeçmiş
gibi geldi adama. Kelebeğin elinden gelen her şeyi yaptığını
ama kozadan dışarı çıkmayı başaramadığını düşündü. Bu yüzden,
kelebeğe yardımcı olmaya karar verdi. Cebindeki küçük çakıyı
çıkarıp, kozadaki deliği bir cerrah titizliğiyle büyütmeye başladı.
Böylece, bir-iki dakika içinde kelebek kolayca dışarı çıkıverdi.
Fakat bedeni kuru ve küçücük, kanatları buruş buruştu.
Adam kozadan çıkmış kelebeği izlemeye devam etti. Çünkü
kelebeğin kanatlarının az sonra açılıp genişleyeceğini, böylece
narin bedenini havada taşıyabileceğini umuyordu.
Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek, hayatının geri kalanını
kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek
geçirdi. Ne kadar çabalarsa çabalasın, asla açılamadı.
Adamın bütün iyi niyetine ve yardımseverliğine rağmen anlayamadığı
şey şuydu: Kozanın kısıtlayacağı ve buna karşılık kelebeğin
daracık bir delikten dışarı çıkmak için göstermesi gereken
çaba, kelebeğin uçuşu için lazım olan şeylerdi.

İYİMSERLİK...

İYİMSERLİĞİN GÜCÜ
Bir okul müdürü, yeni başlayan bir eğitim-öğretim yılının ilk
kurul toplantısında öğretmenlerine şöyle seslenir:
"Arkadaşlar bu yıl son sınıflarda çok özel bir sınıf oluşturdum.
Not ortalamaları yüksek, zeki öğrencileri 8-A sınıfına topladım.
O sınıfta dersi olan arkadaşlar bu konuya dikkat etsinler."
Ders yılı biter sene sonu öğretmenler kurulunda sınıfların başarı
durumları değerlendirilirken, 8-A sınıfı öğrencilerinin başarılı
yüksek not aldıkları görülür. Müdür, öğretmenlere bu başarının
sebebini sorar. Öğretmenlerden biri, okul müdürüne sene
başındaki sözlerini hatırlatır ve sınıfın zeki öğrencilerden oluştuğunu
söyler. Müdür gülümser ve herkesi şaşırtan şu cümleyi söyler:
"8-A sınıfını kura ile oluşturdum. Sanıldığı gibi notu yüksek
ve zeki öğrencilerden meydana getirilmedi."
Bu defa öğretmenler, o sınıfa dersi olan öğretmenlere bakar.
Öğretmenlerden biri:
"O sınıfa branşında daha başarılı olan
öğretmenler gönderildi."
"Hayır" der müdür ,
"O sınıfa derse giden öğretmenleri de kura
ile belirledim."
Herkes şaşırır. Bu durum karşısında öğretmenlerden biri, okul
müdürüne, bu başarıyı kendisinin neye bağladığını sorar. Okul
müdürünün cevabı şaşırtıcıdır:
"İyimserlik ve olumlu düşünme.
Siz 8-A' daki öğrencileri çalışkan ve zeki kabul ettiniz. Öyle
davrandınız. Dersleri daha özenli anlattınız. Not verirken iyimser
oldunuz ve başarı ortaya çıktı."

SABIRSIZ KARARLAR...



HEMEN KARAR VERMEYİN...
Köyde yaşlı bir adam varmış. Çok fakir. Ama kral bile onu
kıskanırmış... Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki; kral at
için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama
adam satmaya yanaşmamış..
"Bu at, bir at değil benim için, bir dost... İnsan dostunu satar mı"
dermiş hep..

Bir sabah kalkmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış.
"Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları
belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi
yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler.
İhtiyar "Karar vermek için acele etmeyin" demiş. Sadece 'At
kayıp' deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve
verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir
şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.
Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar
bunağa kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden,
at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş
kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine
takıp getirmiş. Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür

dilemişler. "Babalık" demişler. "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması
bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için.
Şimdi bir at sürün var.."
"Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. Sadece
atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu.
Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.
Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden
"Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler. Bir hafta geçmeden,
vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan
düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul
şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler
ihtiyara: "Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden
tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak
başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın"
demişler. İhtiyar: "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz"
diye cevap vermiş. "O kadar acele etmeyin. Oğlum
bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba
ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve
ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez."
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış.
Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış.
Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün
gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın
kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir
düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara

gelmişler. "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun
bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye
dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil,
şansmış meğer." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar.
Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var.
Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin
talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."



EĞİTİM,YARATICILIK VE ANNELERİMİZ...

CESUR OL ÖZELLİKLE
HATA YAPARKEN!
Bir bilim adamının tıp konusunda yeni ve çok önemli buluşları
olmuştu. Kendisiyle röportaj yapan gazeteci sordu: "Ortalama
bir insandan nasıl daha yaratıcı bir insan olduğunuzu anlatır
mısınız bize?"
Bilim adamı "İki yaşındayken annemin yaşadığı bir deneyim
nedeniyle" diye yanıtladı gazeteciyi. Sonra açıkladı:
"Buzdolabından süt şişesini almaya çalışırken, şişe elimden
kayıp yere düşmüş ve ortalık süt gölüne dönmüştü. Annem mutfağa
geldiğinde, bana bağırmak, söylenmek ya da cezalandırmak
yerine, 'Robert, ne kadar güzel bir hata yaptın! Daha önce bu kadar
büyük bir süt gölü görmemiştim. Evet, olan olmuş. Şimdi birlikte
burayı temizlemeden önce biraz yerdeki sütle oynamak ister
misin?' dedi. Ben de eğilip, oynadım yere dökülen sütle. Birkaç
dakika sonra annem, 'Robert, böyle bir şey yaptığında, bunu
senin temizlemen ve her şeyi eski haline getirmen gerektiğini biliyor
musun? Bunu nasıl yapmak istersin? Bir sünger mi kullanalım,
bir havlu ya da bez mi? Hangisini istersin?" dedi. Ben süngeri
seçtim ve birlikte yere dökülen sütü temizledik.
Daha sonra annem: 'Biliyor musun burada yaşadığımız olay,
senin iki minik elinle bir süt şişesini taşıyamadığın kötü bir deneyimdi.
Şimdi arka bahçeye çıkalım ve şişeyi suyla doldurup,
senin dolu bir şişeyi düşürmeden taşımanı sağlayalım' dedi.
Böylece şişeyi boğazından iki elimle tutarsam, düşürmeden taşıyabileceğimi
öğrendim. Ne kadar güzel bir ders değil mi?
Daha sonra, o anda bir hata yaptığım zaman bundan korkmamam
gerektiğini öğrendim.
Yapılan hataların yeni bir şeyler öğrenmek için çok güzel olanaklar
olduğunu anladım. İşte bilimsel araştırmalardaki deneyler
de bu temele dayanır zaten. Bir deney başarısız olsa bile, o deneyden
çok değerli bilgiler elde edilir.

KENDİNLE YARIŞ...

ÇİZGİYİ UZATMAK ...
Öğretmen sınıftaki zeki aynı zamanda kıskanç öğrenciye sordu:
"Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup
kavga ediyorsun?"
Öğrenci: "Çünkü onların beni geçmelerini istemiyorum, en
iyi ben olmalıyım." dedi.
Öğretmen, masasından kalkıp eline bir parça tebeşir aldı ve
25 cm. uzunluğunda bir çizgi çekti, öğrencinin yüzüne bakıp:
"Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın?" diye sordu.
Öğrenci bir süre bu çizgiyi inceleyip, içinde çizgiyi birçok
parçaya bölmekte olan birkaç cevap verdi.
Öğretmen cevapları kabul etmedi ve yere ilkinden daha uzun
bir çizgi çekti.
Öğretmen: "şimdi birincisi nasıl görünüyor" diye sordu.
Öğrenci: "Daha kısa" dedi, başını eğdi.
Öğretmen: "Bilgini ve yeteneklerini arttırarak, kendi çizgini
Uzatman, rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir." dedi.

ÇABA,ÇALIŞMAK...

BALTAYI BiLEMEK
Bir zamanlar gür ağaçlarla dolu bir ormanda iki oduncu ağaç
kesiyorlardı. Birisi sabahları diğerinden çok daha erken kalkıyor,
ağaçları kesmeye başlıyor, bir ağacı devirir devirmez hemen ötekini
kesmeye başlıyordu. Dinlenmediği gibi, öğle yemeği için bile
kendine zaman ayırmıyordu. Akşamları ise arkadaşı eve döndükten
sonra bile çalışmalarını sürdürüyordu.
ikincisi ise, ağaç keserken zaman zaman dinleniyor, öğleyin
güzelce karnını doyuruyor, akşamüzeri de evine dönüyordu.
Bir süre sonra, ikisi de kestikleri odunları ayrı ayrı dizmeye
başladılar. Sonuç şaşırtıcıydı. ikinci oduncu, çok çalışan arkadaşından
neredeyse iki kat daha fazla odun kesmişti.
Çok çalışan adam, hayretler içinde: "Nasıl olur, anlamıyorum?"
dedi. "Ben senden daha çok çalıştım halbuki..." Öteki
oduncu, gülümseyerek açıkladı: "Ortada anlaşılmayacak bir şey
yok. Doğru, sen durmadan çalıştın, ben ise arada oturup dinlendim.
Dinlenirken, bir yandan da baltamı biledim. Baltası keskin
olunca, insan daha az çabayla daha çok odun kesebiliyor."

KUŞLAR VE ALIŞKANLIKLARI...



ALIŞKANLIKLAR
Thomas Cook bir araştırma gezisi sırasında Atlas Okyanusu'nun
ıssız bir yerinde milyonlarca kuşun havada çığlıklarla, daireler
çizerek uçtuğunu görür. Kulakları sağır edecek kadar yüksek
sesle çığlıklar atan kuşlardan yorulanlar, okyanusun dev dalgaları arasında kendilerini atarak intihar etmektedir.
Bu olayı yıllar boyunca birçok balıkçı görür, birçok bilim adamı

araştırır. Kuş bilimcileri yaptıkları araştırmalarda göçmen kuşların
farklı yönlerden gelerek okyanusta bir noktada birleştiklerini
keşfederler; ancak intihar etmelerinin nedenini bir türlü
çözemezler.
Yıllar süren araştırmalar sonucunda, bu trajik olayın yaşandığı
yerde bir ada olduğunu; kuşların göç yolu üzerinde bulunan bu
adanın bir deprem sonucunda okyanusa gömüldüğünü bulurlar.
İnsanların yokluğunu bile fark etmedikleri ada, kuşlar için
göç yollarının vazgeçilmez bir durağıdır ve kim bilir belki de

binlerce yıldır alışkanlıkla bilmektedirler adanın yerini. Binlerce

kilometrelik yolculuktan sonra çığlık çığlığa aradıkları adayı
bulamayınca, yorgunluktan bitkin bedenlerini okyanusun sularına
bırakmaktadırlar.